MEÂL YAZMA LİYAKATI VE YAYIMLANMA ŞARTLARI

20.09.2023


Bu tebliğ, 13-14-15 Ekim 2023 tarihleri arasında Muş Alparslan Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi ile İslami İlimler Araştırma Vakfı (İSAV)’nın birlikte düzenlemiş olduğu “Uluslararası Kurân Mealleri Sorunlar, Çözüm Önerileri Sempozyumu” nda 13 Ekim 2023 tarihinde çevrimiçi olarak sunulmuştur.

ÖZET

İslam, Yüce Allah’ın gönderdiği tek dinin adı olup cihanşümuldür ve son kitabı da Kurân-ı Kerim’dir. Kurân-ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.s.) Arapça olarak indirilmiştir. Çünkü hem peygamber hem de içinde yaşadığı toplum Arap dilini konuşuyordu. Kitab’ın insanlara gönderiliş maksadı, anlaşılması ve hayatlarında uygulanması içindi. Miladî 1413 yıl önce anlaşılma ve beyan edilme maksadıyla vahyedilen Kurân’ın günümüzde de aynı maksada yönelik gayesi devam etmektedir. Bundan dolayı da insanların ve toplumların iyi anlaması için her dile tercüme edilmesi gerekmektedir.

Elbette Kurân-ı Kerim’in tercümesi diğer kitaplara benzemez. Kendine has özellikleri bulunan ilahî bir kitaptır. Onun için her Arap dilini bilen herkesin tercümesi uygun değildir. Çünkü tercüme ile meâl arasında çok ince bir nüans vardır. Tercüme, bir dili başka bir dile nakletmek ve çevirmek iken, meâl anlam ve kavramın yanında ortaya çıkan sonucu belirlemektir. Ortaya çıkan sonuç ile kastedilen manaya yönelmek, onu bulmaya çalışmak ve anlamı aslına döndürmektir. Netice itibarıyla ilahî kelamın, başka bir dilde anlamını doğru bir şekilde ortaya koymaktır.

Bundan dolayı Kurân-ı Kerim’i tercüme edebilmek için kişinin aşağıda sıralayacağımız vasıfları haiz olması gerekir:

  1. Arap dili ve edebiyatı ile belagâtına tam hâkim,
  2. Kurân ilimlerine vâkıf,
  3. Temel İslamî ilimlerde (akaid, tefsir, hadis, fıkıh) behresi olan,
  4. Meâli yapılan dilin edebiyatıyla birlikte çeviri dilinin edebiyatını iyi bilen bir şahsiyet olması gerekir.

İşte bu gerekçelerle meâl ve tercüme arasında çok önemli farklar bulunmaktadır. Bu konudaki ilimlerde yetkinliği bulunacak ki yapılan meâl ilahî murada uygun olsun. Bu ilahî kitapları, yayınlarken de yanlışlara mahal vermemek için birtakım şartlara riayet etmek gerekir.

Kanaatimizce yayımlanma şartları şöyle olması daha uygundur:

  1. İkinci dilde karşılığı doğru olacak şekilde meâlin yapılması,
  2. Redaksiyon ve tashihinin çok iyi olması,
  3. Kur’ân meâlinin basıldığı matbaaların, bu işi yapabilecek tecrübeye sahip ve çalışanlarının hassas olması,
  4. Arapça kısmının, meâli yapılan dilde yayımlanmaması ve aynen Arapça olarak yayımlanması,
  5. Asgari Beş Kişilik İlmî Komisyon Tarafından Yayımlanabilir Onayı Almak,
  6. Meâl Komisyon Onayı, Basın ve Fikir Özgürlüğü.

Anahtar Kelimeler (5 kelime): Meâl-Arapça-Kur’ân-Tercüme-İslâmi İlimler


İÇİNDEKİLER

ÖZET ………………………………………………………………….  1

A- MEÂLİ YAZMANIN LİYAKATI…………………………………  2

1-Arap Dili ve Edebiyatı ile Belagatına Hâkim Olmak………………    4

2-Kur’ânî İlimlere Vakıf Olmak……………………………………….  5

3-Temel İslâmî İlimlerde (akaid, tefsir, hadis, fıkıh) Behresi Olmak …  6

4-Meâli Yapılan Dili Edebiyatıyla İyi Bilen Olmak…………………… 7

B- MEÂL YAYIMLANMA ŞARTLARI NELERDİR?….…………… 8

1-İkinci Dilde Karşılığı Doğru Olacak Şekilde Meâli Yazmak……….. 8

2-Redaksiyon ve Tashihinin İyi Olması……………………………….8

3- Meâli Tecrübeli ve İhtisas Matbaalarında Basmak………………… 8

4-Arapça Metni Arapça Olarak Yayımlamak…………………………. 9

5-Asgari Beş Kişilik İlmî bir Komisyon Tarafından

   Yayımlanabilir Onayı Almak ……………………………………….. 9

a-Bu komisyon nasıl kurulacak ve kimlerden oluşacak……….. 10

b- Sayısı ne kadar olacak……………………………………… 10

c-Kararlar nasıl alınacak………………………………………. 10

d-Hangi temel İslami ilimler bulunacak………………………. 10

e-Hangi kurum tarafından organize edilecek………………….. 10

6-Meâl Komisyon Onayı, Basın ve Fikir Özgürlüğü…………………  11

            a-Basın Özgürlüğü………………………………………………11

            b-Fikir Özgürlüğü………………………………………………11

KAYNAKÇA…………………………………………………………. 12


A- MEÂL YAZMANIN LİYAKATI

Kur’ân-ı Kerim, Arapça olarak son gönderilen ilahi kitaptır. Bu ilahi kitap, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.s.) 23 yılda aşama aşama indirilmiştir. Bunun 13 yılı Mekke’de, kalan 10 yılı da Medine’de nazil olmuştur. Kur’ân-ı Kerim, Hz. Ebubekir’in (r.a.) iktidarı ve hilafeti döneminde Zeyd ibn Sabit’in başkanlığındaki komisyon tarafından bir araya getirilmiş ve Mushaf ismini almıştır. Aynı Mushaf Hz. Osman’ın (r.a.) iktidarı ve hilafeti döneminde miladi 646-651 yılları arasında Zeyd ibn Sabit’in başkanlığında Abdullah ibn Zübeyr, Sâid ibn As ve Abdurrahman ibn Hâris’ten oluşan bir komisyon tarafından çoğaltılmıştır. Bir nüsha Medine’de bırakılarak kalan nüshalar meşhur İslam şehirleri Mekke, Kûfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderilmiştir. Bu şehirler o dönemde İslam merkezleri konumundaydı. Yine o dönemde İslam coğrafyası gün geçtikçe genişliyor, Arapça bilmeyen toplumlar İslam dininin müntesibi oluyorlardı. Elbette bu toplumlar için inandığı dinin kitabını anlamak çok önemliydi. İleride bu toplumlar, kendi dillerinde Kur’ân-ı Kerim’i anlama ihtiyaçları hissedecek ve böylece meâller yazılmaya başlanacaktı.

            Elbette meâller, tefsir değildi. Tefsir farklı bir ilim dalıydı. Yine tercüme ile meâl arasında çok ince bir nüans vardır. Tercüme, bir dili başka bir dile nakletmek ve çevirmek iken, meâl anlam ve kavramın yanında ortaya çıkan sonucu belirlemektir. Ortaya çıkan sonuç ile kastedilen manaya yönelmek, onu bulmaya çalışmak ve anlamı aslına döndürmektir. Netice itibarıyla ilahî kelamın ve muradın, başka bir dilde anlamını doğru bir şekilde ortaya koymaktır. Bundan dolayı meâl yazımı tercümeye benzemez ve yazan şahısta birtakım şartların olması veya oluşması gerekmektedir. Bu şartlara haiz olmayanların meâl yazmamaları en uygun olan durumdur. Aynı zamanda meâlin yayımlanırken de birtakım şartlara riayet edilerek yayımlanması lazımdır.

            Biz bu araştırmamızda meâl yazımı ve yayımlanması ile ilgili iki konuyu etraflıca incelemeye çalışacağız. Gerçekten Kur’ân-ı Kerim’in ilahi bir kitap oluşu, üzerinde daha dikkatli ve titiz olmayı gerektirir. Kur’ân-ı Kerim, indiği peygamberin diliyle Arapça olarak indirilmiştir. Bu konuda ittifak vardır.

“Biz o kitabı, akledip anlayasınız diye Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.”[1]

“İşte biz onu, Arapça bir hüküm ve hikmet olarak indirdik.”[2]

“Şayet biz onu, yabancı dilden bir Kur’ân yapsaydık, bu sefer de ayetleri ayrıntılı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arap olan birine yabancı dilden olur mu?” derlerdi.”[3]

Görüldüğü üzere son kitap Kur’ân-ı Kerim, Arapça konuşan bir peygambere ve topluma Arapça olarak indirilmiştir. Bundan dolayı onun başka dillere tercüme edilmesi veya meâllendirilmesi bu açıdan önemlidir. Zaten bu durum sosyolojik ve psikolojik bir gerçeklikten doğmuştur. İslam coğrafyasının fetihlerle genişlemesi, Arapça bilmeyen toplumların Müslüman olması neticesinde Kitab’ı anlama faaliyetleri çerçevesinde meâl ve tercüme olayı meydana gelmiştir. Böylece biz, meâl yazacak kişide bulunması gereken şartları şu şekilde ifade ediyoruz:

  1. Arap dili ve edebiyatı ile belagatine tam hâkim,
  2. Kurân ilimlerine vâkıf,
  3. Temel İslâmi ilimlerde (akaid, tefsir, hadis, fıkıh) behresi olan,
  4. Meâli yapılan dilin edebiyatıyla birlikte çok iyi bilen bir şahsiyet olması gerekir.

            Bu şartlar üzerinde detaylı bir şekilde durmamız yerinde olacaktır.

1-Arap Dili ve Edebiyatı ile Belagâtine Hâkim Olmak

Meâl yazanın Arapçayı iyi bilmesi, dilin inceliklerini ayrıntılarıyla anlaması ve kavraması gerekir. Arap dili sarf, nahiv ve belagât ilmine sahip olmakla elde edilir. Sarf ve nahiv ilmi Arapçanın dilbilgisini oluşturur. Sarf kelime bilgisini yani lügatı, nahiv de cümle bilgisini konu edinir. Kelime ve cümle yapısının iyi bilinmesi, kişiye Kur’ân-ı Kerim’de geçen bütün inceliklere vâkıf olma yetkinliği kazandırır. İbn Haldun nahiv ile ilgili şöyle ifade eder: “Aralarında en ehemmiyetli olanı nahivdir. Zira cümlelerdeki amaçlanan temel hedefler ancak bu ilimle açığa çıkar. Eğer nahiv olmasaydı cümlenin ögeleri ve ifadenin anlam örgüsü iyi kavranamazdı.”[4]

              Arapçada edebî incelik ve sanatlara ait olan ilme belagât denir. Bu ilim dalı, düzgün ve yerinde söz söyleme usul ve esaslarını inceler.[5] Belagât, alt disiplin olarak bedî’, beyân ve meânî olarak üç ilim dalına ayrılır.

            Bedî’: Edebî sanatlarla örülü ifadenin lafız bakımından kusursuz, mana bakımından makul ve aynı zamanda bir ahenge sahip olmasının usul ve kaidelerini inceleyen ilim dalıdır.[6] Bu ilim, lafızla ilgili sanatlar ve anlam ile ilgili sanatlar olmak üzere ikiye ayrılır ve lafzı süsleyerek güzelleştirir.

            İbnü’l-Mu‘tez eserinde, kelimeyi mecazi anlamda kullanmayı “istiare”, bir kelimeyi iki manada kullanmayı “cinas”, zıt anlamlı iki kelimeyi kullanmayı “mutâbaka”, söz veya beyit sonundaki kelimeyi başında da kullanmayı “reddü’l-acüz ale’s-sadr” ve belagati temin gayesiyle söze delil getirmeyi “el-mezhebü’l-kelâmî” adlarıyla tespit ettiği beş unsur için “bedî‘” terimini kullanır.[7]

            Cürcânî ise Esrârü’l-belâġa adlı eserinde bedî’ kavramını umumi manasıyla alır ve cinas, tıbâk, tevşîh, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve istiare gibi ana konuların bedî‘in bölümleri olduğunu ifade eder.[8]

            Beyân: Mananın delâleti açık olan değişik üslup ve yollarla aktarılmasını ele alan ilmî disiplindir.[9]

            Meânî: Muktezayı hâle uygun olan lafzın ahvâlini ve şartlarını mercek altına alan ilimdir.[10] Sözün yerinde olma şartlarını, sözü duruma ve yere göre uyarlama ilkelerini inceleyen ilim dalıdır.

İbn Haldun’a göre Arap dilini ilgilendiren ilimler dörde ayrılır. Bunlar; lügat, nahiv, beyân (belâgat) ve edebiyat (şiir) olup bilhassa fıkıh âlimlerince bilinmesi zorunlu ilimlerdir.[11]

Biz de Kur’ân-ı Kerim gibi ilahî ve kutsal bir kitabın başka bir dile tercüme edilmesi veya meâllendirilmesi için Arapçanın lügat, nahiv ve belagât ilimlerinin bilinmesi gerekir, diyoruz. Bilinmeden veya yarım bilgilerle böyle bir işe müracaat etmek çok büyük yanlışlıklara yol açabilmektedir. Örneğin Kur’ân’da geçen ve kurtuluş anlamı ifade eden “faiz” kelimesi, günümüz Türkçesindeki faiz manasına tercüme edilmektedir.

2- Kur’ânî İlimlere Vakıf Olmak

Her ne kadar bu ilim dalları sonradan müstakil hâle gelmişse de Kur’ân-ı Kerim’in anlamlandırılması ve anlaşılmasında büyük payları olmuştur. Bu konuda Kur’ân’ın nüzûlü, tertibi, toplanması, yazılması, kıraati, tefsiri, i‘câzı, nâsih ve mensuhu, dil, üslûp ve belâgatı gibi konular zikredilmiştir.[12] Bu ilimleri bilmek bu açıdan çok önemlidir.

“Tefsir ilmi, meâl yazan birine nasıl katkıda bulunabilir?” sorusunu değerlendirelim. İlk asırdan günümüze kadar binlerce tefsir yazılmıştır. Burada Kur’ân’da geçen kelimelerin, kavramların ve terimlerin hatta cümlelerin açıklamalarını[13] bulmak her zaman mümkündür. Kur’ân’ın nüzul oluşu nüzul dönemindeki Arapça ifadelerin ne anlama geldiği bu tefsir kitaplarından öğrenilebilir. Böylesi bir bilgi, meâl verirken daha gerçek manaya ulaşmayı sağlar.  

Kur’ân’ın tertibi, genel olarak Hz. Osman’ın (r.a.) Mushaf’ındaki gibi olmaktadır. Ancak son dönemlerde nüzul sırasına göre tertip gerçekleşmektedir. Bu tertip de meâl yazılırken dikkat edilmesi gereken önemli bir özelliktir.

Esbab-ı nüzul, Kur’ân ayetlerinin iniş sebebini açıklayan bir ilim dalıdır. Ayetleri anlamaya çalışırken ve anlam verilirken iniş sebepleri de yol gösterici, açıklayıcı ve ayeti daha iyi anlamaya destek olmaktadır.

Kıraat ilmi, ayetlerin ve kelimelerin okunuş şekli üzerinde farklılıkları ve kuralları belirtir. Kıraat âlimlerinin okuyuşuna göre şekillenen kelimelere verilen anlamlar bazen değişimler göstermektedir. Meâl yazılırken bu değişimlere de dikkat edilmesi gerekir.

Kıraat ile ilgili önemli bir husus da vecihlerdir. Kıraatin bir vecihle de olsa Arap diline uygun düşmesine gelince, bir kıraat diğer iki şartı taşımak kaydıyla Arap kabilelerinin herhangi birinin lehçesine veya nahiv vecihlerinden herhangi birine uyuyorsa ister fasih ister efsah olsun, ittifak veya ihtilâf edilen türden bulunsun sahih kabul edilmiştir.[14]

3-Temel İslâmî İlimlerde (akaid, tefsir, hadis, fıkıh) Behresi Olmak

“Temel İslâmî ilimlerde behresi olan” derken bu alanlarda fikir sahibi olması kastedilmektedir. Bu ilimlerin asıl kaynağı Kur’ân-ı Kerim olup, bunların bilinmesi meâl verilirken kelime, kavram ve terimlerde daha sağlıklı olmaya ve doğru anlam vermeye vesile olacaktır.

Akaid ilmi, inanç esaslarını açıklayarak ayetlerde geçen inanç ile ilgili terminolojiyi oluşturmaktadır. İslâm dininin temel kaideleri, inanılması zaruri hükümleri akaid olmaktadır. Bu temel kaidelerden bahseden ilme de akaid ilmi denilmiştir.[15]

Akaid ile ilgili kavramlar, meâl verilen dilde en güzel bir şekilde ifade edilmeye çalışılmalıdır. Böylece inanç esasları noktasında temel bir hataya düşülmemiş olunacaktır.

Tefsir ilminden Kur’ân ilimlerinden bahsederken zikrettik.

Hadis ilmi, peygamberimizin sözlü, fiili ve takriri ifadelerinden[16] ve usullerden oluşmaktadır. Hadis ilmi alanında birçok ilmî araştırma ve tali ilim dalı oluşmuştur.[17] Özellikle ayetleri açıklayan, yorumlayan ve uygulamasını gösteren rivayetlerin sahih olanlarının bilinmesi meâlin yazılmasında büyük katkıda bulunacaktır.

Fıkıh, sözlükte “bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak, derinlemesine kavramak” manasına gelen fıkıh kelimesi, ilim ve fehim gibi yakın anlamlı diğer kavramlara göre daha özel bir anlam taşır.[18] Fıkıh ilmine gelince kitapta yer alan birçok konunun ibadât, muamelât ve ukubâtın var olması fıkhın önemini artırmaktadır. Böylece fıkhın bilinmesi, ayetlerde yer alan birçok hükmün doğru anlaşılmasına, fıkıh kavram ve terimlerinin doğru ifade ilmesine yardımcı olacaktır. Usûlü fıkıh da bu konuda meâl yazana yardımcı olacaktır.

            Netice itibarıyla bu ilimlerin bilinmesi meâl yazımında daha doğru anlamların ve açıklamaların ortaya çıkmasını sağlayacaktır.

4- Meâli Yazılan Dili Edebiyatıyla İyi Bilen Olmak

            Meâli başka dile tercüme eden şahsın tercüme ettiği dili de dilbilgisi ve edebiyatıyla çok iyi bilmesi gerekir. Tercüme ettiği dili iyi bilmeyen bir kimse hem dil kuralları hem edebiyat hem de terminoloji olarak birçok hataya düşer. Bu da Kur’ân gibi kutsal bir kitaba karşı yapılan en büyük haksızlık demektir. Bahsettiğimiz hususlara dikkat edilmeden hazırlanan meâller hemen anlaşılıyor. Onun için meâl yazma faaliyetine girişilmeden kişinin bu noktada kendisini iyi bir test etmesi lazımdır. Bu testin sonucu olumlu olursa o zaman yazmaya karar vermelidir.

B- MEÂL YAYIMLANMA ŞARTLARI NELERDİR?

            Bu ilahî kitapları, yayımlarken de yanlışlara mahal vermemek için birtakım şartlara riayet etmek gerekir. Bu şartlar, yayımlanacak olan meâllerin daha doğru ve uygun bir şekilde yayımlanmasına vesile olacaktır. Bu konuda beş madde belirlenmiş olup her biri hakkında gerekli açıklamalar yapılması faydalı olacaktır.

1-İkinci Dilde Karşılığı Doğru Olacak Şekilde Meâli Yazmak

Meâlin tercüme edildiği dilde doğru anlamlandırılması ve kelimelerin tam karşılığının verilmesi oldukça önemlidir. Cümlelerin, kelime ve deyimlerin, edebi terimlerin tercüme edildiği dilde eksiksiz ve aynı olarak ifade edilmelidir. Ayrıca meâlin yazıldığı dilde anlaşılır, sade ve net olması gerekir.  Karmaşık ve çetrefilli, anlaşılması zor ifadelerden kaçınmak ve okunurluğunun akıcı olmasına dikkat etmek lazımdır. Bazı kelimelerin aynen lügat ve lafız anlamıyla tercüme edildiği takdirde sıkıntı oluşturacağından o dildeki karşılığının doğru bir şekilde ifade edilmesi daha uygundur.

2-Redaksiyon ve Tashihinin İyi Olması

Kur’ân-ı Kerim, kutsal bir kitap olduğundan yayınlanırken mükemmel bir şekilde olması gerekir. Cümle kuruluş ve yapıları tercüme edilen dilin özelliklerini aynen yansıtmalıdır. Kelimeler doğru yazılmalı, imla yazım kurallarına uyulmalı ve imla kuralları gereği gibi yerine getirilmelidir. O dilin uzmanı tarafından redaksiyon ve tashihinin yapılması gerekir.

3- Meâli Tecrübeli ve İhtisas Matbaalarında Basmak

Matbaalar, kitap basımında oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu kitap, kutsal bir kitap olunca önemi daha çok artmaktadır. Onun için meâllerin ihtisası olan ya da tecrübe sahibi olan matbaalarda basılması daha uygundur. Hatta bunu Türkiye için söylediğimiz zaman, İstanbul bu işin özel olarak yapıldığı mekân olarak zikredilebilir. Bu tarz matbaaların çalışanlarının da tecrübeli ve ehil olması gerekir. Lübnan’da Beyrut, Mısır’da Kahire, Suriye’de Şam, Suudi Arabistan’da Medine gibi. Türkiye’de meâl yazan bir kişi, hazırladığı meâlini hem teçhizat hem donanım anlamında bir matbaanın bulunmadığı İstanbul dışında bir şehirde meâl basımı konusunda niteliksiz ve tecrübesiz matbaada bastırdığında meâl sayfalarının birbirine karışması, sayfa düzeninin bozulması ve baskının kötü olması kaçınılmaz bir gerçektir. Dolayısıyla meâl hazırlayıcısının maddi ve manevi emeklerinin boşa çıkmaması adına bu hususu göz ardı etmemesi gerekir.

4-Arapça Metni Arapça Olarak Yayımlamak

Kur’ân-ı Kerim, Arapça bir metin olduğundan Mushaf’ın aslını oluşturmaktadır. Meâl ve tercümeler, Kur’ân-ı Kerim’in aslını değil anlamını vermektedir. Bundan dolayı namazda Kur’ân’ın aslı okunur, meâlin okunması caiz değildir. Özellikle Türkiye’de günümüz Türkçesiyle basılan Arapça metin, birçok yanlışlıklara sebebiyet vermektedir. Çünkü günümüz Türkçesi Latince harflerden oluştuğu için Arapça’da üç harf olan harfler tek bir harfle seslendirilmektedir. Örneğin Türkçedeki “h” harfi, (“ خ “ ” ه” ve “ح”) Arapçada üç harfin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bir fiil üzerinden bu durumu göstermek faydalı olacaktır: “Halaka” fiili, “yaratmak: خلق “ anlamına gelen fiil karşılığında yazılmaktadır. Halbuki bu fiil “tıraş etmek: حلق “ anlamına geleceği gibi “helak etmek, yok etmek: هلك “anlamını da ifade edebilir. Görüldüğü üzerine “yaratmak” anlamı çıkmamaktadır. Böylece bir fiil üzerinden ne kadar yanlış anlamlara sebebiyet verilmektedir.   

5-Asgari Beş Kişilik İlmî bir Komisyon Tarafından Yayımlanabilir Onayı Almak

“Meâllerin incelenmesi için neden komisyon öneriliyor?” sorusunu değerlendirilmesi uygun olacaktır. Mushafların incelenmesi nasıl gerekliyse meâller için de gerekli olduğu kanaatindeyiz. Çünkü bu konuda ehil ve yetkin olmayanların meâl yazma girişimleri, tedbir alınmasını ve bunun önünün kapatılmasını gerekli kılmaktadır. Bunun oluşması için de nelerin yerine getirilmesi gerekmektedir, burada birkaç soru karşımıza çıkmaktadır:

a-Bu komisyon nasıl kurulacak ve kimlerden oluşacak,

b-Sayısı ne kadar olacak,

c-Kararlar nasıl alınacak,

d-Hangi temel İslami ilimler bulunacak,

e-Hangi kurum tarafından organize edilecektir.  

Bunların sırasıyla açıklanması yararlı olacaktır.

a-Bu komisyon temel İslami ilimler dalında uzman ve yetkin olan kişilerden kurulması gerekir. Üye olacak kişinin akademik alanda en az doktorasının bulunması veya medrese tahsilini tamamlayarak icazetini almış ve alanında uzmanlaşmış olması gerekmektedir. Burada hem akademiden hem de sivil alandan gelen ilmî heyetin olması komisyona birçok fayda sağlayacaktır. Komisyonun bu şekilde oluşması hem komisyonu güçlendirir hem de yetkinliğini ve etkinliğini artırır.

b- Komisyonun sayısı üzerine birkaç öneri sunulabilir. Beş, yedi veya dokuz kişilik bir heyet olması uygundur. Ancak kanaatimizce en az beş kişilik heyet yeterlidir. Toplanmasının daha pratik ve kolay olması için beş kişilik asıl, beş kişilik yedek üye olabilir.

c- “Bu komisyon kararlarını nasıl alması gerekir?” konusu üzerinde de durulması uygundur. Bu da oldukça önemli bir meseledir. Çünkü bu kararlar, bir meâlin yayımlanması ile ilgili etkili ve sonuç durumunu değerlendirmektedir. Tabii ki arzulanan kararların oy birliğiyle alınmasıdır. Ama bu durum olmadığı zaman üçte iki (2/3) çoğunluk kararı ile alınabilir. Ancak anlam olarak toplumu olumsuz etkileyecek veya infiale sebep olabilecek şaz durumlarında oybirliğiyle olumsuz karar vermek en uygunudur.

d- Bu komisyonda Arap dili ve belagati, tefsir, fıkıh ve hadis gibi temel İslami ilimlerine bulunması kaçınılmazdır. Kur’ân-ı Kerim, Arapça inzal edildiği için elbette komisyon üyesinin Arap dili ve belagatini çok iyi bilmesi gerekir. Bu konuda oluşabilecek hataları tespit edecek ve ona göre kararların alınmasına yardımcı olacaktır. Tefsir, Kur’ân ayetlerinin açıklaması, yorum ve te’vili olduğundan o da birinci derecede gereklidir. Kitap’ta ibadât, muamelât ve ukubâta dair birçok konunun yer alması açısından fıkıh ilmi de çok büyük bir önem arz etmektedir. Bundan dolayı fıkıh ilminde uzman bir üyenin bulunması da elzemdir. Yine hadis ilmi, peygamberimizin ayetleri yorumlama şekli, uygulama biçimi, sosyal, ekonomik ve siyasi hayatta değerlendiriş tarzlarını bilmek oldukça önemlidir. Bu noktada sahih hadislerde geçen esasların meâllere de yansımasını tetkik etmek açısından hadis ilminde uzman bir üyenin bulunması gereklidir. Böylece bu ilimlerde uzmanlaşmış üyeler tarafından alınan kararlar sağlıklı ve kabul görür olacaktır.

e-Böyle bir komisyonun oluşturulması ve organize edilmesi hangi kurum tarafından yapılacaktır. Bu durum ülkelere göre değişkenlik arz eder. Her İslâm ülkesinin konumu, şartları ve konjonktürel durumu farklıdır. Ancak her ülkenin bu konuda toplumda kabul görecek ve olumsuz tepki toplamayacak sağlıklı kararlar alması önerilir.

Türkiye için tarafımızdan önerilen kurum Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Onlarca ilahiyat ve İslami İlimler Fakülteleri mevcuttur. Ancak bu fakültelerimiz genelde bu tarz işlerle iştigal etmemektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı ise uzun zamandır bu tarz işleri organize etmekte ve aktif olarak çalışmaktadır. Türkiye’de yayımlanan Mushafları tetkik etmekte, onaylamakta ve bununla ilgili özel bir kurulu bulunmaktadır. Yine Kur’ân-ı Kerim basım ve yayım kriterleri hakkında yönetmeliği mevcuttur.[19] Ayrıca istenildiği takdirde Din İşleri Yüksek Kurulu, 22.06.1965’te yayımlanan 633 sayılı kanuna göre basılı yayınları tetkik etmektedir. Bu durum, aynı kanunun 5. maddesi, e bentli kısmında şöyle ifade edilmiştir: “Tetkiki istenen basılı, sesli ve görüntülü eserler hakkında mütalaa vermek.”[20] Böylesi bir tecrübeye sahip olan ve bütün Türkiye’ye hitap eden bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı, komisyon oluşturup organizasyonunu yapan kurum olması daha uygundur. Bu işlemi uygulanabilir ve sürdürebilir kılacak donanım ve imkanlara sahiptir.

6-Meâl Komisyon Onayı, Basın ve Fikir Özgürlüğü

            a-Basın Özgürlüğü

            Komisyon onayının niçin gerekli olduğu gerekçeleriyle birlikte belirtilmeye çalışıldı. Yazılan meâlin, yayımlanmadan önce bir komisyon tarafından onaylanmasının basın özgürlüğüne aykırı olduğu iddia edilebilir. Böylesi bir iddia mümkün müdür değil midir, onun üzerinde fikir yürütmeye çalışalım.

            Kur’ân-ı Kerim’in ilahi bir kitap, bu açıdan da kutsal olduğu belirtilmişti. Kutsal olanın ve ilahiyata dayanan bir olgunun üzerinde istenildiği gibi tasarruf etme hakkının bulunmaması gerekir. Çünkü siz, burada kendi adınıza bir şey üretmiyorsunuz. Elbette tercüme bir üretimdir, ama kendi adınıza olan değil bir başkası adına üretimdir. Bu durum kutsal bir kitap olunca daha dikkatli ve aslına uygun olmasına riayet etmek gerekir. Böyle olmadığı takdirde o kitaba iman eden müntesiplerin inançlarıyla oynanması, asılların değiştirilmesi ve gerçek yapının bozulması suretiyle rencide olması ve küçük düşürülmesi söz konusu olabilir. Bundan dolayı da din ve inanç hürriyetinin korunması maksadıyla yapılan çalışmanın denetlenmesi, kontrol edilmesi ve aslına uygun olup olmadığının ehil kurullarca tespit edilmesi lazımdır.

            Netice olarak bu denetim işleminin yapılması basın özgürlüğüne aykırı bir durum değildir. Din ve inanç hürriyetinin korunması maksadına matuftur.

            a-Fikir Özgürlüğü

            Yazılan meâlin, yayımlanmadan önce bir komisyon tarafından onaylanmasının fikir özgürlüğüne de aykırı olduğu iddia edilebilir. Tabii ki burada fikir nedir, onun değerlendirilmesi uygun olacaktır.

            İnsanın kendi fikrini açıklaması, ifade etmesi ve yayması elbette fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilir. Meâl ise insanın kendi fikri değildir. İlahi bir mesaj ve düşüncedir. Dolayısıyla kutsaldaki aslın her zaman korunma zorunluluğu vardır. Meâllendirme yapıldığında elbette mütercimin kendi yorumu ve anlaması oluyor, ama asıllardan ve temel muhtevadan uzaklaşmaması gerekiyor. Hatta insan kendi fikrini açıklarken bile istediği gibi davranması uygun değildir. Örneğin hiç kimse bir insana, zümreye veya topluma iftira edip de ben kendi fikrimi açıklıyorum diyemez. Denilse bile bu iftira, ilgili mahkemelerce cezayı gerektirir. Bundan dolayı meâl yazımında denetimin olması, kutsalın asıllarına uyulup uyulmadığının kontrol edilmesi neticede onay alınması fikir özgürlüğüne aykırı değildir.


KAYNAKÇA

Birışık, Abdulhamit, “Kıraat”, DİA, XXV, Ankara 2022.

a.mlf, “Tefsir”, DİA, XXXX, Ankara 2011.

a.mlf, “Ulûmü’l-Kurân”, DİA; XXXXII, İstanbul 2012.

el-Cürcânî, Abdülkahir, Esrârü’l-belâga (nşr. H. Ritter), İstanbul 1954.

Çokyürür, Mehmet Zahit, İbn Haldun’un Belagât Kuramı; Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 48, Aralık 2019, s. 522.

Durmuş, İsmâil, “Meânî”, DİA, XXVIII, Ankara 2003.

Hacımüftüoğlu, Nasrullah, “Beyân”, DİA, VI, Ankara 1992.

a.mlf., “Bedî”, DİA, V, İstanbul 1992.

İbnü’l-Cezerî, en-Neşr fi’l-ḳırâʾâti’l-ʿaşr, Beyrut 1985, I, 9-12.

İbn Haldûn, Ebû Zeyd Veliyyü’ddîn et-Tûnusî (ö. 808/1406), Muḳaddimetu İbn Haldûn, Thk: ‘Abdullah Muḥammed ed-Dervîş, 1. Baskı, Mektebetu’l Hidâye, Dımeşḳ, 1425/2004, II, s. 367.

İbnü’l-Mu‘tez, Kitabü’l-Bedîʿ (nşr. I. Kračkovskij), London 1935.

Maṭlûb, Aḥmed, Mu‘cemu’l muṣṭalâḥâti’l-belâğıyye ve teṭavvürihâ, Maṭba‘atu’l Mecme‘ı’l-‘Ilmî el- ‘Irâḳî, 1403/1983, I, 409;

Mekkî b. Ebû Tâlib, el-İbâne (nşr. Muhyiddin Ramazan), Dımaşk 1399/1979.

Kandemir, M. Yaşar, “Hadis”, XV, İstanbul 1997.

Karaman, Hayreddin, “Fıkıh”, XIII, İstanbul 1996.

Ḳazvînî, Muhammed b. ‘Abdurraḥmân el-Haṭîb (ö. 739/ 1338), Telhîṣu’l-miftâḥ, 1. Baskı, Mektebetu’l-Büşrâ, Karaçi-Pakistan, 1431/2010.

Kılavuz, Ahmet Saim, “Akaid”, DİA, II, İstanbul 1989.

Kılıç, Hulusi, “Belagat”, DİA, V, İstanbul 1992.

Teftâzânî, Saadeddin, el-Muṭavvel şerḥu telhîṣı miftâḥı’l-‘ulûm, s. 166-167.

Yaʽkûb, Emîl Bediʽ, el-Muʽcemu’l-mufaṣṣal fî’l-luğati ve’l-edeb, 1.b., Dâru’l-‘İlm li’l-Melâyîn, Beyrût, 1987, I, 329.

ez-Zürkānî, M. Abdülazîm, Menâhilü’l-ʿirfân, I, Kahire 1362/1943.

İnternet:

https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/yonetmelik/7.5.39802.pdf

https://hukukmusavirligi.diyanet.gov.tr/Documents/633%20say%C4%B1l%C4%B1%20Kanun%20(6002%20%C3%B6ncesi).pdf


Dipnotlar

[1] Yusuf, 12, 2.

[2] Ra’d, 13, 37.

[3] Fussilet, 41, 44.

[4] İbn Haldûn, Ebû Zeyd Veliyyü’ddîn et-Tûnusî (ö. 808/1406), Muḳaddimetu İbn Haldûn, Thk: ‘Abdullah Muḥammed ed-Dervîş, 1. Baskı, Mektebetu’l Hidâye, Dımeşḳ, 1425/2004, II, s. 367.

[5] Yaʽkûb, Emîl Bediʽ, el-Muʽcemu’l-mufaṣṣal fî’l-luğati ve’l-edeb, 1.b., Dâru’l-‘İlm li’l-Melâyîn, Beyrût, 1987, I, 329; Hulusi Kılıç, “Belagat”, DİA, V, İstanbul 1992, s. 380.

[6] Nasrullah Hacımüftüoğlu,, “Bedî”, DİA, V, İstanbul 1992, s. 320.

[7]; İbnü’l-Mu‘tez, Kitâbü’l-Bedîʿ (nşr. I. Kračkovskij), London 1935, s. 57; Nasrullah Hacımüftüoğlu, “Bedî”, DİA, V, İstanbul 1992, s. 320.

[8] Abdülkahir el-Cürcânî, Esrârü’l-belâga (nşr. H. Ritter), İstanbul 1954, s. 20, 368, 370; Nasrullah Hacımüftüoğlu, “Bedî”, DİA, V, İstanbul 1992, s. 320

[9] Ḳazvînî, Muhammed b. ‘Abdurraḥmân el-Haṭîb (ö. 739/ 1338), Telhîṣu’l-miftâḥ, 1. Baskı, Mektebetu’l-Büşrâ, Karaçi-Pakistan, 1431/2010, s. 81; Maṭlûb, Aḥmed, Mu‘cemu’l muṣṭalâḥâti’l-belâğıyye ve teṭavvürihâ, Maṭba‘atu’l Mecme‘ı’l-‘Ilmî el- ‘Irâḳî, 1403/1983, I, 409; Nasrullah Hacımüftüoğlu, “Beyân”, DİA, VI, Ankara 1992, s. 22.

[10] Ḳazvînî, Telhîṣu’l-miftâḥ, s. 12; Teftâzânî, Saadeddin, el-Muṭavvel şerḥu telhîṣı miftâḥı’l-‘ulûm, s. 166-167; İsmâil Durmuş, “Meânî”, DİA, XXVIII, Ankara 2003, s. 204.

[11] Mehmet Zahit Çokyürür, İbn Haldun’un Belagât Kuramı; Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 48, Aralık 2019, s. 522.

[12] M. Abdülazîm ez-Zürkānî, Menâhilü’l-ʿirfân, Kahire 1362/1943, I, 27, 33-35; Abdulhamit Birışık, “Ulûmü’l-Kurân”, DİA; XXXXII, İstanbul 2012, s. 132.

[13] Bkz. Abdulhamit Birışık, “Tefsir”, DİA, XXXX, Ankara 2011, s. 290.

[14] Mekkî b. Ebû Tâlib, el-İbâne (nşr. Muhyiddin Ramazan), Dımaşk 1399/1979, s. 39; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr fi’l-ḳırâʾâti’l-ʿaşr, Beyrut 1985, I, 9-12; Abdulhamit Birışık, “Kıraat”, DİA, XXV, Ankara 2022, s. 425.

[15] Ahmet Saim Kılavuz, “Akaid”, DİA, II, İstanbul 1989, s. 212.

[16] Ebu’l Bekâ, el-Külliyat, s. 370, 470.

[17] M. Yaşar Kandemir, “Hadis”, XV, İstanbul 1997, s. 27.

[18] Hayreddin Karaman, “Fıkıh”, XIII, İstanbul 1996, s. 22.

[19] https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/yonetmelik/7.5.39802.pdf.

[20]https://hukukmusavirligi.diyanet.gov.tr/Documents/633%20say%C4%B1l%C4%B1%20Kanun%20(6002%20%C3%B6ncesi).pdf.

[1] İslam hukuku doktoru.

Leave a reply:

Your email address will not be published.

Site Footer